Bayağıdır yazmıyorum, nasıl yazılır unutmuş olamam diye düşünüyorum. Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere ağır bir yalnızlık var üstümde, onu yazmak istiyorum. Yazı epey karışık, bir oraya bir buraya gidiyor; aynı kafam gibi.
Hayat çok zor, bunu hepimiz biliyoruz. İngilizce’de de denildiği üzere “Life is hard, get over it” deyip yazıma devam etmek istiyorum. Bilmiyorum yeni taşındım diye mi yoksa gerçekten yalnızlık daha mı şiddetli vurduğu için mi ama gerçekten yorgun, yalnız ve depresif hissediyorum.
Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında bugünü düşünürken çok mutlu ve umutluydum. Gel gör ki her zamanki gibi hayaller Irvine, gerçekler Milwaukee… Gerçi başka bir yerde olsam çok farklı olur muydum onu da bilmiyorum. Aslında şimdi herkesi daha iyi anlıyorum, eğer çok paranız yoksa ya da çok iyi bir şehirde yaşamıyorsanız, hayat beklediğiniz kadar güzel geçmiyor. Hem minimum bütçeyle hem de Amerika’nın en bölünmüş (segregated) şehrinde yaşamak pek de kolay veya eğlenceli değil. Tabii bunları hep birinci dünya dertleri olarak da görebilirsiniz ama evsizliğin, fakirliğin ve güvenliğin düşük olduğu bir şehirde olmak insanın en temel “güven” duygusunu epey zedeliyor.
He tabii bir de burada olmamın asıl nedeni master var. İnsanın içini darlandıran bir “iş” akademi. Adeta insanın ruhunu çekip yerine soğukluk koyuyor. Teoriyi anlamanın en kolay iş olduğunu fark edince insan epey yoruluyor. E tabii bir de çeşitli dertler ve sorunlar var. Mesela referanslama, herkesin tercihi farklı, herkes kendi tarzını istiyor. Halbuki ne kadar teknik, ne kadar vakit alan bir iş. Yanlış anlamayın, referanslama kötüdür demiyorum, daha ziyade bunun üzerinde kurulan tahakkümleri ve beklentileri eleştiriyorum. Kendi “alanını” en zoru atfedenleri de unutmamak lazım.
Akademiden saatlerce söylenebilirim ama hala araştırma-teorinin bana mutluluk veren bir şey olduğunu düşünüyorum. Sosyalkafa’nın genel dijital ekseninden tamamen uzak kalmamak için biraz da dijital medyadan bahsedelim. Buraya dair gözlemdiğim şeyler var. Bunun dışında asistanlığını yaptığım “Freedom of Expression in Digital Age” dersinden öğrendiğim şeyler de var tabii.
- İnsanlar burada WhatsApp’i pek kullanmıyor. Avrupa’da ve Orta Doğu’da “olay” olduğunu söyleyince de şaşırıyorlar.
- Snapchat hala burada mevzu insanların aslında temel iletişim aracı gibi nerdeyse.
- “Amerikalılar salak” demiyorum, ama “everyday Americans” çok da parlak değil.
- Amerika’da ara dönem seçimleri yaklaşıyor, insanlar en basit siyasi katılım organı olan oy verme işine bile girmiyorlar.
- Burada radyo hala epey önemli özellikle de akademik çevrelerde. Aslında liberal, progresif habercilik anlayışı aynı şekilde burada pek ilerlemiş durumda değil. Seçenek çok ve koruma altında takılan bir basın var fakat haber haber yapan yerler az. İnsanlar özellikle NPR (National Public Radio) adındaki radyoyu dinliyor.
- Wisconsin özelinde insanların buraya özgü bir uygulama kullandıklarını görmedim fakat şehrin ve üniversitenin akıllı uygulamaları var. Çok iyi çalışıyorlar diyemiyorum ama çok da fena değil.
- Instagram, Facebook kullanımı o kadar da yüksek deği. Çoğu kişinin hesabı var ama aktif değiller.
- BURADA SAĞLIK PAHALI, eğer düzgün bir sigortanız yoksa. Wisconsin eyaletinin çalışanı olarak benim durumum o kadar da kötü değil ama.
Saysak belki daha gider, bu gözlerimi ilk yapan ben değilimdir. Son da olmam diye düşünüyorum, fakat blog postuna da literatür taraması yapamayacağım 🙂
Öyle işte; garip, yalnız, bütçeli, yorucu ve depresif bir dönemin içindeyim. Ne olursa olsun, insanın sevdiği insanlar olması çok keyifli, uzak olmak biraz üzüyor ama olsun. Yine bir gün Bilgi’den akşam 9’da çıkar, Dostlar’a gider, yine okey masalarına oturur, yine kuşburnumuzu içerken 101 kavgalarımızı ederiz. Ederiz dimi ya, o kadar da mutsuz olmaya gerek yok. Yazıyı kapatırken zor günlerin beni beklediğini hatırlıyorum. Yazmanın verdiği kısa mutluluk yerini karanlık sıkıcı düşüncelere yerini bırakıyor. N’apalım biz de Sertralin’e güvenip hayatı geçiriyoruz işte.
Söndürmek dileğiyle, güzel bir cumartesi olsun.
Milwaukee, Wisconsin