Oradaydım diye bir belgesel serisi vardı eskilerde. Tarihi olaylara tanıklık etmiş olanları konuşturup, ayrıntılarıyla olayın 5N1K’sı ortaya çıkarılmaya çalışılırdı. Sonra “I was here” insanı türedi. Yurtdışına gezmeye gittiğinde Berlin Duvarının ortasına “Mehmet buradan geçti” yazan da oydu, Batum’un botanik bahçesindeki bilmem kaç yüz yıllık çınarın bedenine aşkını kazıyan da. Bir yerde olmanın, oranın tadına varmanın ötesinde, orada bulunduğunu teşhir etmenin revaçta olduğu yer bildirimleri türedi sonra sosyal medyada. Sanal gerçeklik gözlükleri pazarlandı akıllı telefon sahiplerine. “Yok başka cehennem, yaşıyorsunuz işte” der gibi, “yok başka gerçeklik, yaşıyorsunuz işte” denildi hepsi ekrana bakmaktan boyun fıtığı olmuş insancıklara.
“Je suis Paris” diye yazıldı, profiller Fransız bayrağı rengine boyandı acıyı paylaşmak için, sonra Fransız konsolosluğunun internet sitesi sık kullanılanlara eklendi, İstiklal’e çıkmanın güvenli olup olmadığı oradan teyit edildi. “Güvendeyim” uygulamaları geliştirdi, herkesin bir başka yüzünün olduğu yüz kitabında. Patlamalar arttıkça, tıklar, tagler arttı. Herkes halinden memnun, alan razı, satan razı bir düzen oluştu. Bir olay olduğunda “abi kaçalım şahit filan yazarlar” zihniyetiyle olay yerinden uzaklaşan ortalama yurdum insanı, elindeki telefonun güzelliklerini keşfetti ve olay yerinden canlı yayın yapmaya başladı. Birileri görgü tanığı olarak çağırsa, devlet dairesine gitmekten imtina edecek şahitler, değme muhabirlere taş çıkartarak, olay yerinden bildiriyordu. Her şey kendi mecrasında akıp gidiyordu işte, bir sokakta patlama olurken, yan sokakta güvendeyim uygulaması patlama yapıyordu. Oturduğu yerden güvende olduğunu bildirenler, oturduğu yerden güvende olduğunu sanıyordu. Bir sonraki patlamaya kadar hepimiz güvendeyiz, sıkıntı yok. Ölenler arasında Türk var mıymış?
Sonra evimizin önünde oldu patlama. Sonra nedense hiç girmediğimiz halde o gün tesadüfen girdiğimiz sokakta. Ama ne işimiz varmış ki orada? Ne kadar az olursak, o kadar güvende olacağımızı öğrendik sonra. “Kalabalığa girmeyin nolur nolmaz”.
Duyar kasan abiler, ablalar yeni bir kalıp öğrendi sonra: “Ay şekerim, gidicem ben buralardan, yaşanmaz artık buralarda”. Kaçın abiler, ablalar kaçın, şahit yazmasınlar. Sonra “güvendeyim” diye kart atarsınız bize gittiğiniz yerden. Kalbim her birini ayrı sevdiğim Van’da, Diyarbakır’da, Bitlis’te yandı. Sokaklarında oynadığım, Çaydaçıra’sıyla aydınlandığım Elazığ’da kaybettim gözümün ferini. Oralı olunca mı daha çok canı yanıyor insanın, yoksa çok canı yanınca mı oralı oluyor? Sahi bu koca nefretin esas memleketi neresi?
Yorum ekle