Bebek sahillerinde bir domuz görüldü. Nereden geldiğini anlayamadıkları domuzu bir avcı pompalı tüfeğiyle vurunca vatandaşlar derin bir nefes aldılar. Söz konusu avcının Bebek’te günün kahramanı ilan edildiği öğrenildi. Bebek sahillerine domuz geldi, vatandaş kaçtı. Domuzun boğazı yüzerek karşıya geçtiği anlaşılıyor. Domuz eşini kıskanmadığından dinen yenilmesi caiz değil. Ortanca hanımların kol gezdiği, olmadı bir de sinema yapılmadan önce 3-5 tur atılan Bebek’te bu ahlak yoksunu hayvanın gezmesi domuzların yüzme bilip bilmediği sorusunu akıllara getirdi. “Domuzlar yüzme öğrenmesin” diye bağıran çocuklara biber gazı sıkılmak suretiyle…Yerinden edilen domuzlar eşlerini kıskandıklarından caizdir onları yemek.
“Bilemem insan nerenin yerlisidir” der İsmet Özel. En küçük ölçekte fikirlerini hayata geçirememiş bir aydın kılıklı mesela, önce kendi sokağını anlatamaz Çehov’un yol gösterdiği gibi ve fakat kendisine sorsak dünya vatandaşıdır. yıkılsındır her türlü duvar, kendisinin en yakınıyla arasına ördüğü müstesna.
Kavganın şairlerinden Hasan Hüseyin bir şiirinde kendine şöyle seslenir:
“Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin
Çünkü aşk şiirden önce gelir sende
Oysa şiir önünde gitmelidir herşeyin”
Der ve en güzel aşk şiirlerinden birini yazar. Büyük insanlık için yazdığı şiirlerin aşk şiiri olmadığını kim iddia edebilir? Turgut Uyar, Tomris Uyar’a vurulduktan sonra her yazdığı biraz onadır da, iş sade ona bir şiir yazmaya gelince korkulu ustalığını konuşturur, “Tomris Uyar için bir şiir kurma çalışması” diye başlık atar. Sevgiliye söyleniyorsa söz, acemilik efendimizdir.
Dino Buzzati, Tatar Çölü romanında kimsenin gelip geçmediği, dolayısıyla kimsenin de saldırmayacağı bir kalede pelerininin salınışına hayran bir askeri anlatır. “Hepiniz mezarısınız kendinizin”, hepiniz bekçisisiniz kendi çölünüzün der. Türk filmlerinde Leyla’yı bulma faslında çöllere düşen Mecnun ile tanışılan ve Kilyos sahillerinde kumlara bata çıka Leyla’yı arayan Mecnun figürüyle özdeşleşen resimde en uzun faslın esasen Leyla’dan geçme faslı olduğu anlatılmaz.
Bir güzelim şehri ortadan ikiye bölüp sonra köprüyle bağlama projeleri çılgın projeleri olur bu karanlık çağın. Bir köyün ortasına çizilen sınırın ayırdığı iki sevgiliden biri gümrükten izinsiz geçirilen koyunlarla birlikte tutulduğu nezaretten bir askerle karşı köydeki sevgilisine mesaj gönderir: “Adem seni seviyorum” der hemcinsi yürüme mesafesinde birbirlerine bir ülke uzaklığındaki sevgililerden diğerine. Herkesin ve herşeyin yürüme mesafesinde olduğu bir taşra kentidir artık dünya. Yine de yüz metre öteden her bayram birbirlerine bayram şekeri atar akrabalar sınırlarda. Nöbetçi askerler boyuna hediye ve mesaj taşır oradan oraya. İpek Yolu’nun orta yerinde bir soru belirir: Bir kilo ipek mi ağırdır, yoksa Sait Faik’in meşhur ipekli mendil öyküsündeki saf ipekten mendiller gibi avuç içinde sıkıştırılsalar bile asla buruşturulamayacak olan mülteci çocuklarının ağırlık olmasın diye kıyıda bıraktıkları ipek saçları mı? Ya kardeşi ağır gelir mi insana? Yürüme mesafesindeyse özgürlük ve umut, o sınır geçilir, her gün duvara bir tuğla koysa da büyük ağabeyler. Bir deve hörgücündeki suyla idare edebilir büyük insanlık. Bu karanlıktan da böyle geçilir.
Zira “Böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem, benden iki bakışık parça çıkarmaya çalışan boylam da berbat”. Büyük insanlığın derdine çare olacak reçete zaman baskısı altındaki bir hekimin aceleyle yazdığı bir metin, şifalı ve fakat okunaksız. Öyleyse hurufi bir eczacı gerek bize.
Desierto filminin yönetmeni, sınırın bu yanından Ademoğluna bir şiir kurma çalışması içindedir ve elbette ki aşk şiirden önce gelmektedir. Filmdeki kamyonet bir Patriot füzesidir. Şoförü kovboy şapkası ve çizmeleriyle hayli Amerikalı. Köpeği dost ve müttefiktir, her daim sadık. Çölde bir vahadır Desierto. Kadraj hep bizim taraftadır ve kurulduğu yer elbette politiktir.
O sınır geçilir, o duvar yıkılır bir gün. “He ain’t heavy, he’s my brother” çalarken fonda, birbirimizi sırtımızda taşımayı öğrenirsek.