Her ne kadar dergi oluşumları kısa ömürlü oluyor veyahut popüler olana yöneliyor gibi gözükse de aralarında özgün işler üretmeye ya da üretilmiş yabancı dillerdeki metinleri Türkçeye kazandırmaya çalışan dergiler de mevcut. Bunlardan üçü aynı yayın grubunun farklı alanlara yoğunlaşan dergileri: Düşünbil, Libido ve Godfather. Düşünbil ile Libido dergilerinin odaklandıkları konular itibariyle birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılmadıklarını söylersek yalan olmaz. Godfather ise diğer iki dergiden ayrı olarak çoğunlukla sinema alanına odaklanıyor. Bu üç dergiden bir arada bahsedişim ise basılı yayınlarıyla olduğu kadar internet üzerinden de rağbet gören bir internet sitelerinin bulunuşu ve Düşünbil Akademi adıyla çeşitli alanlarda etkinlikler düzenleyişi. Bu yazıda geçtiğimiz hafta sonu (19-20 Ağustos) ilk kez bir etkinliklerine katıldığım Düşünbil Akademi’nin dördüncüsü düzenlenen Mitoloji Günleriyle ilgili birkaç izlenimime değineceğim.
(Etkinliğin ayrıntılı programına ulaşmak için: https://dusunbilakademi.com/e/iv-mitoloji-gunleri/ )
Ankara’da ulaşımın en kolay gerçekleştiği semtte, Kızılay’da, Ankara Plaza Otelde gerçekleşen etkinlik mitolojiyle ilişkili toplamda on iki konuşmayı içeriyordu. Etkinliğin yapılacağı otel, etkinlikten bir süre önce değiştiği gibi konuşma gerçekleştirecek iki katılımcı da bazı sebeplerden ötürü konuşmalarını gerçekleştiremese de hayli keyifli bir süreç içerisinde etkinlikler gerçekleşti.
Yoğun program ilk olarak sinema bağlamında değerlendirilen mitoloji üzerine bir çalışmayla başladı. İlk olarak konuşma başlangıcında sorulan, “Neden biz her seferinde benzer senaryolar ve kahramanlık hikayeleri izleyeceğimizi bile bile sinemaya gideriz?” sorusu, adını koyamasak da karşımıza sıklıkla çıkan mitlere ve arketiplere minik bir pencere açtı. Bilinç ile bilinçdışı evreleri olarak adlandırılan iki kısım arasında karakteri geçişe götüren eşik basamağını bir tabloyla daha anlaşılır bir biçimde kavramak mümkün oldu. Katılımcı konuşmacının anlatımının akıcılığı aracılığıyla eşik öncesi bilinç ile eşikten sonra karakteri kahraman hatta ilahi bir güç haline getiren bilinçdışını aşamalar halinde öğrendik. Birçok aşama Joseph Campbell’in monomit kavramından yola çıkarak tablolaştırıldığı için eserlerinden Kahramanın Sonsuz Yolculuğu önemli bir kaynak olabilir. Üstelik konuşmanın sonunda yer alan özeleştiri ve soru en anlamlı yeriydi sunumun. Soru: “Tüm mitosların ana kaynağı olan ağaç miti bize hayatlarımızda ancak onun kesilmesiyle ve üzerine bir şeyler yazılıp çizilmesiyle yakın hale gelip kendini hatırlatıyorsa, biz özümüze bu kadar mı yabancılaşmış durumdayız?”
İlk gün içerisinde dinlediğim birkaç sunumda yeterince aradığımı bulamadım. Buna rağmen sunumlarda siyaseti, sanatı ve az bilinen bir destanı mitoloji bağlamında dinlemek açısından faydalıydı. Ardından gelen medyayla mitoloji ilişkisi ise binlerce yıl önce hayatımıza girmiş mitlerin ve sembollerin nasıl algımızda hala yer edindiğini görmemi vurucu bir şekilde sağladı. Çeşitli sosyologlardan alıntılar yaparak medya kavramını bir yapı olarak düşünmemiz gerektiğini ve reklamı medyadan ayrı düşünemeyeceğimize değinildi. Markalaşmış pek çok firmanın aslında logolarını mitolojiden beslenerek oluşturduklarını ve insanın duygularına yönelik çalışmanın işin yapı taşı olduğunu bir kez daha anladım. Anladıklarım bir iletişim öğrencisi olarak bana görmeyi, ilgilenmeyi sevdiklerimi hatırlattığı için ayrıca kıymetliydi. Konuşmayı gerçekleştiren katılımcıya yeniden teşekkür ederim!
Etkinliğin ikinci günü ilk günün aksine daha bilgilendiriciydi. Etkinliğin en güzel tarafı çok fazla bilgiye sahip olsan da neredeyse hiç bilgiye sahip olmasan da anlaşılırlık konusunda dinleyicilere en rahat biçimde istediğini vermesiydi. İkinci günün ilk konuşmasında kent efsaneleri başlığı altında aslında çevremizde yer alan simgelerin bizi nasıl bir araya getirdiğinden ve bir çeşit cemaatin parçası yaptığı üzerine faydalıydı. Özgürlüğümüzü kazanabilmek için aslında batıl olandan, inanca dayanandan uzaklaşmamız, bir diğer deyişle enformasyonlara dur demek gerektiği konuşma sonu birey olarak varabileceğimiz bir yerdi.
Açık ara iki gün boyunca dinlediğim en ilgi çekici konuşma “Bir mitos yanlış anlaşılırsa ne olur?” başlığına sahipti. Aslında bu sorunun cevabı dinler tarihinde aranırsa bulunabilirdi, dinleyiciler olarak da o aleme ziyarette bulunduk. Eski Ahit’in en çarpıcı kısmı olan Musa peygamberin Allah ile karşılaştığında sorduğu “Kimsin sen?” sorusuna Allah tarafından aldığı “Ben, BEN OLANIM,” cevabı epistemolojik açıdan yorumlandığında Latincede olmak kelimesinin canlı olmak anlamına da sahip olmasıyla farklı yerlere çekildi. “Allah’ın tüm varlıkların kendisi olması” yorumu o dönem düşüncesinin temeli olan Platon temelli görüş ile Aristoteles temelli düşünüşü karşı karşıya getirdi. Aristoteles temelli düşünen ve kabul gören “Allah’ın tüm varlıkların kendisi olması” yorumuna karşı çıkan Antakya Okulu tarihte yenilen; sözü edilen görüşü savunan Platon temelli görüş ise kazanan taraf oldu. Fakat tarihte bu tartışma kabul edilen görüşle bitmiyor Filoloji biliminin Eski Ahit’i çözümlemesiyle beraber bugünkü deyişle, önceki görüşün saçmalığı kavranıyordu. Platon temelli görüşün kazanmasıyla geri dönülmez bir başka yola da girilmiş olunuyordu. Alegorinin anlamın üzerinde bulunması gerektiğini savunmalarıyla hâkim görüş din alimlerinin üzerinde uzmanlaştıkları dinin dilini bilmesini gereksiz kılıyordu. Eski Ahit okuyan bir din aliminin İbranice bilmediği gibi Kur’an-ı Kerim okuyan bir İslam alimi de Arapça bilmek zorunda kalmıyordu. Dil-din ilişkisi bir mitosun yüzyıllar boyu yanlış anlaşılmasına neden olup üstüne bir de din felsefesinin kurulmasına yardımcı oluyordu. Hayret!
“Schelling’in felsefesinde mitoloji ve düşündürdükleri” başlığına sahip konuşma Schelling’i bizlerle birlikte okuma yolunu seçmiş bir katılımcı tarafından gerçekleştirilen bir konuşmaydı. Birkaç alt başlık yoluyla çözümlenen konuşmaya baktığımızda şiirin de felsefenin de dinlerin de mitolojiden önce var olduğunu söyleyemeyiz Schelling felsefesinde. Mitoloji bir başlangıç değil bir sonuçtur çünkü kaotik ve ilkel bilinçte yeni bir aşama kaydediliyordur böylece. Bu sebepledir ki bir millete ya da döneme ait değildir, evrensel bilincin bir evresidir. Schelling bu görüşleri savunurken ortaya bir de soru bırakır. Soru: “Din kavramı da mitoloji gibi oluşturulduysa üç büyük din de neden insan bilincinde evrensel bir aşama olmasın?”
Son iki konuşma arasında ara olmamakla beraber birbirlerini tamamladıklarını söylersek yalan söylemiş olmam, sanıyorum. İlki “Mitler: Bilinçdışı arzunun dile gelmesi” olarak adlandırılmış bir konuşmaydı. İçeriği itibariyle arzunun bir başka biçimde ilk dile geldiği yere çocukluğa bakmakta fayda var. Çocuklukta Primer süreç düşüncesi bulunur ve bu düşünce biçimi insanın en ilkel yanını oluşturmakla birlikte mitolojik evrende düşüncenin de temelidir. Çocuğun annesiyle olan ilişkisi ilk ikili ilişkidir, anneden kopuş ise ilk travmasıdır. Annesiyle ilişkisinin kopması haline sebep olarak ise baba öne sürülür. Baba figürünü ortadan kaldırmak ve anneyle kopmaz bağ oluşturma düşüncesi, ölümsüzlük isteğiyle birleştiğinde; doğada ölüp yeniden var olabilen tek sisteme doğaya bakmak gerekir. Bu yüzden eşeysiz üreme insanın anneyle bağını asla koparmama, babaya ihtiyaç duymama ve ölümsüzlüğün çözümü haline gelir. Diğer yandan güçlü bir baba figürü bulduğunda insanda ortaya çıkabilecek bir durum olarak narsisizm ortaya çıkar. Yasaklara uyum sağlamanın bir yolu olarak bu baba figürü bir ihtiyaçtır ve mitolojilere de konu olduğu gibi insanın çözülmez sorunlarından biridir, bilinçdışı bu yolla hep kendini tekrar eder.
Son konuşma Psikanalitik yaklaşımla Tanrı Hephaistos ile Tanrıça Athena’ya odaklanıyordu. Athena’nın bakir aklı temsil eden kendinden emin, cesaretli ve savaş stratejisi Tanrıçası oluşu ile Hephaistos’un sanat sahibi duygusallığı temsil edişi bir çeşit diyalektik sağlıyordu aralarında. Birbirlerinin tam anlamıyla zıttı olmamakla birlikte aslında her insanda dengeleri farklı olan akıl ile duygu yoğunluğunun birer keskin çizgili temsilleriydiler mitolojide. Schelling’in de söylediği gibi bazı Tanrılar bir şeyleri temsil etmekten ziyade temsil ettikleri söylenen şeyin kendisiydiler. Burada da aslında mitoloji ilkel bilinçdışımızla oluşturduğumuz bir insanlık haliyken içimizde birer Athena ve Hephaistos olmadığını söyleyebilir miyiz?
Geride cevaplanması uzun yıllar almış sorulara bir de kendimizce yeni cevaplar üretmek kalıyor. Mitoloji, yeniden düşünmenin ve geçtiğimiz evrensel bir aşamanın sunduklarını değerlendirerek kendimize yeni farkındalıklar yaratmanın bir yolu. Çünkü bir başka yolla ifade etmek gerekirse dünya gaz ve toz bulutuydu değil dünya insanın alegorik temsiller yüklediği bir çeşit mitolojiydi.
Bu güzel etkinlik için yeniden teşekkürler Düşünbil Akademi! Daha farklı etkinliklerde görüşmek üzere…