Türkiye’nin İspanya’ya ilgisi
İspanya Başbakanı Sanchez ile geçen hafta telefonla görüşen Erdoğan, bu hafta içinde de görüntülü arama yoluyla görüşmüş.
Haberlere yansıyan bu görüşmeler bana iki hususta anlamlı geliyor: Akdeniz yani “Whitesea” geriliminde İspanya’nın desteğinin aranması ve asıl önemli gördüğüm ise yaklaşan dış borç ödemelerindeki muhtemel aksaklığın, en büyük yatırımcılardan olan İspanyol şirketleri için muhtemel yıkıcı etkileri.
Erdoğan bilindiği üzere, dış politika ilişkilerini kişiler üzerinden ilerletmeyi tercih etmekte. Trump gibi bir Başkan ile doku uyumuna sahip olması aslında tek başına bu doku uyumu ile değil, on yıllardır oluşmuş kurumsal ilişkilerin de sayesinde somut çıktılar üretebiliyor. Putin ile 2000’lerin başından beri geliştirilmeye çalışılan ilişkilerin sonucunda, Rus savaş uçağı düşürülene kadar, iki liderin doku uyumuyla ilerleyen bir ilişki söz konusuydu. Türkiye-Rusya ilişkileri kendi içinde farklı bir dinamiğe sahip. Türkiye batıya karşı Avrasyacı kartını kullanmak için ilişkileri hızlandırabilir yani da Rusya Nato’da çatlak açmak için ilişkilerde gaz pedalına basabilir. Ama genel olarak liderlerin doku uyumları ancak oturmuş ilişkilerin üzerine inşa edilirse sonuç doğurabilir.
İspanya 6-7 sene öncesine kadar “Medeniyetler İttifakı” ile Türkiye’nin gündemine giren bir ülkeydi. İspanya için bir prestij aracı, Erdoğan için ise, Batı’ya yakın görünmenin prim yaptığı bir dönemi temsil ediyordu. Zaman içinde hem İspanya’daki durum değişti, hem de Türkiye’de hepimizin şahit olduğu “ileri demokrasiye” geçmiş olduk.
Macron’un davetiyle toplanan Med 7 zirvesi sona erdiğinde, Akdeniz ülkesi ve AB üyesi olan o 7 ülkenin içinde Türkiye’nin savunduğu yere en yakın duran İspanya gibi görünüyordu. İtalya ve Malta da olumlu ülkeler ama Libya konusunda pürüzler sözkonusu. Unutmamak gerekir ki, İspanya’nın desteğinin ne ifade edeceğinden ziyade, eğer Türkiye’ye coğrafi olarak daha yakın bir ülke olmuş olsaydı, Erdoğan kesinlikle bir fırsatını bulup İspanya ile olan ilişkileri de zora sokmayı başarırdı.
2008 Global Ekonomik krizinin ağır hasar bıraktığı ülkelerden olan İspanya, yakın zamanda, yönetim krizi yaşamıştı. Hükümet kurmak için koalisyon görüşmeleri tıkanmıştı. İçinde bulunduğumuz salgın sürecinde de Avrupa’da İtalya’dan sonra en kötü etkilenen ülke olmuştu.
Erdoğan’ın İspanya’yı, Doğu Akdeniz meselesinde Türkiye’nin yanına çekmek istemesi anlaşılır bir istek. İspanya’nın hem bir Akdeniz ülkesi olması hem de AB içinde önemli meselelerin müzakere edilmesi, İspanya’ya bir önem kazandırıyor.
Benim asıl dikkatimi çeken husus Türkiye’nin dış borç ödeme zorluğu çekmesinin İspanyol şirketlerini etkileyecek olması oldu. Sanchez ve Erdoğan’ın üst üste 2 kez görüşmesi Akdeniz meselesinden çok dış borçları düşünmeme yol açtı.
Felaket tellallığı yapmak istemem ama bir yıl içinde, İspanyol ortaklı Türkiye’de faaliyet gösteren bir bankanın da içinde olduğu denklemde, bankaların sendikasyon faizleri, özel şirketlerin dış borç ödemeleri, hazine borçlanması gibi hadiseler “uçan” ekonomiye kibrit suyu dökebilir.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının geçen günlerde Türkiye’nin ve bankalarının notlarını indirmeyelerinin, bu yaklaşan sorunlar için bir uyarı olduğunu da eklemek gerekiyor.
Türkiye’nin içine gireceği borç ödeyememe ya da borç döndürememe sarmalı Bloomberg’in grafiğine göre en çok İspanyol ekonomisine zarar verecek.
Erdoğan’ın Sanchez ile görüşmelerinin sebebi bana göre bu olmalı. Keşke meseleler Erdoğan’ın yatkın olduğu gibi telefon görüşmeleriyle, dostluk ilişikleriyle hallolabilecek olsa.
Bir aralar, seçim yatırımı olarak, “Nazi artığı” denilen Hollanda, Türkiye’nin en büyük direkt yatırımcısıydı. İspanyollar için, eğer borçlar ödenemezse, “bunlar zaten conquistacılar”, “Amerika’yı talan ettiler” “Küba’da da cami vardı” gibi inciler duymak mümkün olur mu bilmiyorum.