İslamcılık haksızlığa karşı bir başkaldırış mıdır?
Sevan Nişanyan’ın “islamcılık haksızlığa karşı bir başkaldırıştır” saptamasından yola çıkarak Fransa’da olan bitenleri ele almaya çalışalım.
Fransa’daki müslüman nüfusun kökeni 2. Dünya Savaşından sonra ülkeye gelen Kuzey Afrikalı göçmenlere dayanmakta. Fransa’nın müslüman ülkelerle teması ise birçok yüzyıl öncesine gitmekte. Napoleon’un Mısır harekatı gibi “ilk akla gelen” (elbette müslüman dünya ile ilk temas Mısır harekatı değil) müslüman dünya ile temaslar ya da önceki yüzyıllarda Akdeniz’deki hristiyan ve müslüman korsanlık faaliyetleri, Fransızlar için müslümanları hem uzakta hem de yeterince yakında olan bir topluluk olarak tanımlamaya yetmekteydi.
Bugün ya da geçmiş yüzyıl içinde Fransa, islamcılık konularıyla ilgili artık bir aktör olarak belirmiş durumda.
Filistin davası, islamcı ideanın son tutunacak dalıdır demek yanlış olmayacaktır. Akp iktidarının islamcı ideaya verdiği darbeler gibi, Suudiler ve benzerleri de son kalan dalı kesiyorlar.
Sevan’ın saptaması özelinde, islamcılık bir başkaldırıysa eğer, Fransa, başkaldırılan muhattap olarak beliriyor mu?
Fransa müslümanlarının başkaldırdıkları muhattapları Fransız devleti olarak görünmekte.
Fransa’da organize olarak görülen islamcı oluşumlar, radikal ya da ılımlı olanlar farketmeksin Fransa’dan bir öç alma amacı güderler. Ilımlılar sözlü, radikaller ise fiili tepki gösterme yolunu seçerler.
Fransa’da vuku bulan islamcı terör olayları ise bir aktör olarak konumlandırdığımız Fransız devletinin ekmeğine yağ süren olaylar sürüsünün bir parçasıdır. Komplo teorilerine mesafe koyarak, resmi Fransız söylemlerinin güçlenmesi adına bir fırsat olarak yararlandığını söylemek yerinde olacaktır.
70 milyon nüfusa sahip Fransa’da 5.7 milyon müslüman yaşamakta (Pew Research Center 2017). Nüfusun yüzde 10’una yakının müslüman ya da müslüman geleneğe sahip bir ülkeden gelmekte. Bence Fransa’yı islamcılık konusunda aktör olarak konumlamak için yüzde 10’luk nüfustan ziyade, renklerine göre değişiklik gösteren islamcıların “kolonyal şeytan” algısı rol oynamakta.
İspanya’nın bugün bile sürdürdüğü, Güney Amerika ülkelerinden gelenlerin iskan edilmesi politikasına benzer olarak Fransa da Magreb ülkelerinden gelenler için benzer bir politika yürüttü yakın zamana kadar. “Affedilme politikası” olarak yorumlanan bu iskan politikası Fransa’yı islamcılığın bir aktörü olarak konumlandırmıştır. Ulaşılabilir iş gücünün “affedilme politikası” olarak ambalajlandığına dair görüşler olsa da bu görüşü çürütür nitelikte kontrolsüz bir kabul politikası güdüldüğünü söylemekte fayda var. Kontrollü işsizlik yaratmak kadar ince plan yapmak uzak bir argüman olarak kalmalı.
Katolik Güney Amerikalılar ile Katolik İspanyolların uyumları sorunsuzdur ama Müslüman Magrebiler ile Katolik Fransızların uyumları sorunludur yaklaşımı yanlıştır. Yumuşak ya da sert islamcı ideoloji köklerini salacak kadar nüfusa eriştiği için ve tarihin Fransa açısından ters bir dönemine gelindiği için Fransa’da bu sorunlar yaşanıyor.
Ekonomik sorunların hissedilmesi ile göçmenlerin entegrasyonu birbirlerine paralel konulardır. Fransa müslümanlarının tamamına yakınının ılımlı olduğunu söylemek mümkün. Fakat “başkaldırışın” sözlü olduğunu söylemek de mümkün. Sonuç Fransız toplumunun kutuplaşması olarak görülmekte.
Sevan’ın saptamasını benimseyerek eklemeler yapmayı yeğliyorum. Kültürel müslüman olup, ibadet pratiklerini yerine getirmeyen müslüman ülke kökenli göçmenler de islamcılıktan etkileniyorlar. İslamcılık yaygarası aslında “işinde gücünde” olan Fransa müslümanları için de bir kulağa su kaçırma aracı oluyor. Günlük hayatta hissedilen ayrımcalıklar, ılımlı müslümanların islamcı argümanlara sempati duymasına yol açıyorlar.
Kendi ülkelerindeki yönetimlere dişleri geçmeyen islamcılar, Fransa’daki özgürlük alanlarını kullanarak, göçmen olarak bulundukları ülkede gövde gösterisinde bulunmayı yeğliyorlar. Bu gövde gösterisi, terör eylemlerinin artmaya başlamasından önce bir anlam ifade etmemekteydi. Fransızlar için, banyo küvetinde kuzu kesen müslümanlar, kültürel sebeplerden ötürü Fransızlar ile aralarına sınır koyan müslümanlar artık terör eylemlerine sempati duyup duymadıklarıyla sınanıyorlar. Başörtülü kadınların, terör eylemi kurbanlarını anmaları bu açıdan dikkat çekmekte.
Tüm bu bol boyutlu hengame Fransa’yı islamcılık konusunda bir aktör olarak konumlandırmakta.
Tıpkı Çin’in Batı’dan öç almak istercesine yükselmesi gibi, islamcılar da hakettikleri değeri, geçmişteki güçlerini aradıklarını haykırmak için islamcılık denilen ideolojiye sarılıyorlar demek yanlış olmaz. İdeolojilerini sorgulamak yerine, çaresizlik içinde ona tutunmaları sadece Fransa’da değil, Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede görülmektedir.
Geçmişten gelen bagajı ve barındırdığı müslüman nüfus itibariye yanlış zaman diliminde, ters yakalanmış olan Fransa, önümüzdeki on yıllar içinde çıkış yolunu bulmuş bir ülke olarak anılır umarım.