SosyalKafa

Amed Şehir Tiyatrosu: “Tamam zulmediyorlar da, siz ne yaptınız?”

#KamusalTiyatro tartışmasını ödenekli tiyatro olarak kapatılınca, 20 gün içinde özel tiyatro olarak yeniden kurulan Amed Şehir Tiyatrosu’yla sürdürüyoruz. Kürt tiyatrosunda önemli bir köşe taşı olan Amed Şehir Tiyatrosu’nun bu çok özel deneyimi “kamusal tiyatro” ile ilgili fikirlerini çok daha önemli kılıyor.

MUSTAFA KARA

Amed Şehir Tiyatrosu, önce Diyarbakır Şehir Tiyatrosu olarak kuruldu, 1990 -1995 yılları arasında yaşadı ve Refah Partisi’nin belediyeyi almasıyla kapandı. 1999’da HADEP’in belediye başkanlığını kazanmasıyla bir kez daha kuruldu. 2017’de AKP iktidarı tarafından Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyum bir kez daha tiyatronun kapısına kilit vurdu. 20 gün içinde bu kez Amed Şehir Tiyatrosu olarak doğdu.

Önce sadece Türkçe oynayabiliyordu; sonra 2003’te hem Kürtçe hem Türkçe oynamaya başladı. 2009’dan itibarense sadece Kürtçe oynamaya başladı ve bu arada resmi olarak da “ödenekli bir belediye tiyatrosu” tüzel kişiliğine kavuştu. Kürt tiyatrosunda önemli bir köşe taşı olan Amed Şehir Tiyatrosu’nun bu çok özel deneyimleri “kamusal tiyatro” ile ilgili fikirlerini çok daha önemli kılıyor. Amed Şehir Tiyatrosu’ndan Yavuz Akkuzu ve Berfin Emektar ile Kürt tiyatrosunu, ödenekli ya da özel tiyatro olmayı, karşılaştıkları zorlukları ve sanatsal yaklaşımlarını konuştuk.

Yavuz Akkuzu, tiyatronun geçmişinin 1990 yılına dayandığını anlatıyor ve o dönem CHP’li Diyarbakır Belediyesi’nin böyle bir adım attığını hatırlatıyor. Refah Partisi seçimi kazandığında, ilk iş henüz emekleme dönemindeki bu tiyatroyu kapatıyor. 1999’da Feridun Çelik başkanlığında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi alınınca “belediye destekli” olarak tiyatronun yeniden kurulduğunu söyleyen Yavuz Akkuzu, “Bu dönem halen Kürtçe oyun yok. Hatta 2003’e kadar Kürtçe oyun yok. Hatırladığım kadarıyla, 2000’li yıllarda bir oyunda Şivan Perwer’in şarkısı geçiyor diye bile davalık oluyorlar; bırakın replikleri. Kürtçe tiyatro maalesef yapılamıyor o dönem. 2003’te Murathan Mungan’ın ‘Taziye/Hawarî’ oyunuyla başladık. O dönemler bir Türkçe, bir Kürtçe oyun yapıyorduk.” diye anlatıyor o günleri.

Berfin Emektar, büyük şehirlerde bodrumlarda başlayan Kürt tiyatrosunun böylece kamusal alanda varlık gösterdiğini belirtiyor ve Türkiyede en az 20-25 milyon Kürt varken, sadece Kürtçe tiyatro yapan bir topluluk olsun diye 2009da sadece Kürtçe oynamaya başladık. 1990larda İstanbul, İzmir ve Adanada başlayan Kürtçe tiyatro pratiği vardı; Diyarbakır Şehir Tiyatrosuyla repertuvarının yüzde 90’ının Kürtçe olduğu bir tiyatro kurulmuş oldu.” diyor.

KÜRTÇE OYUNLARDAN OKULLAŞMAYA…

Yavuz Akkuzu, Kürtçe tiyatro yapmanın önemini anlatırken, işin siyasi kısmına vurgu yapıyor, ancak bir de “sanatsal” tarafı olduğunu eklemeyi ihmal etmiyor. “Okula gidene kadar Türkçe bilmeden büyümüş bir nesil olarak” Kürtçe daha rahat ettiklerini söylüyor ve ekliyor: “Çünkü ana dilimiz”. Akkuzu’ya göre bunun tiyatro sanatını etkileyen tarafı şöyle: “Ana dilimizde konuşurken daha rahat hissediyoruz. Rahat hissettiğinde bedene de rahatlık gelir. Bedene rahatlık gelmeyen oyuncunun sahnedeki icrası muhakkak çelişkilerle dolu olur. Sahnede rahatlık sağlayamadığı için sanatsal karşılığı da veremez.” Bu bir oyuncu olarak Yavuz Akkuzu’nun “teorik” olarak söylediği bir “fikir” değil. Hem Türkçe hem Kürtçe oyun sahneledikleri dönemde bunu pratikte gördüklerini de vurguluyor. Üstelik, sadece oyuncu değil, seyirci için de aynı durum geçerli. Tam “Bir tarafı siyasi, bir tarafı sanat…” derken takılıyor ve ekliyor: “Aklıma bazen böyle Kürtçe kelimeler geliyor” diye gülümsüyor hemen. Birazdan da sahnede Kürtçe oynayacak bir oyuncunun bu küçük dil sürçmesi bir hakikat kapısı aralıyor, bakmasını bilene.

2009 sürecinde Kürtçe oynama kararı yanında, kurumsal kimliğe de kavuşmalarıyla yurt dışından yönetmenler, Türkiye’den ünlü yönetmenler ve grup içinden yönetmenlerle çalıştıkları çok daha geniş bir yelpazeye kavuşmuşlar: “Büyük tiyatro ürünleri ortaya koyduk. Farklı biçimlerde tiyatro eserleri sahneledik. Forum tiyatrosundan tutun, doğaçlama tiyatroya kadar. Hem kendimiz metinler yazdık, hem dünya klasiklerine, Antik Yunan oyunlarına, Shakespeare oyunlarına yer verdik. Hamlet’i müzikal yaptık. Mem-û Zin’i sahneye taşıdık, 60 kişinin oynadığı bir mekan tiyatrosu olarak Cemil Paşa Konağı’nın avlusunda sahneledik.” Berfin Emektar da “Shakespeare oynadık, Dario Fo oynadık, Tartuffe oynadık” diyerek, “ödenekli tiyatro” olmanın avantajlarına değiniyor. Farklı isimlerle çalışıp, farklı tarzlar deneyebildiklerini aktaran Emektar, “Çok kısa bir zamanda aslında çok şey başarmış bir Diyarbakır Şehir Tiyatrosu pratiği vardı” vurgusu yapıyor.

O dönem atılan bir başka ileri adım ise “okullaşma”nın başlaması. Berfin Emektar, aynı dönem kurulan Aram Tigran Kent Konservatuvarı, sanatçılar, teknik elemanlar ve konservatuvardaki hocalarla birlikte 33 sözleşmeli sanatçının belediyeye alındığını söylüyor. Yavuz Akkuzu da, Aram Tigran Kent Konservatuvarı ve Cegerxwîn Akademisi’ne dikkat çekiyor ve “Kürtçe sanat konservatuvarlarıydı bunlar. Hangi bölümler vardı? Tiyatro, sinema, halk dansları, müzik, resim… Bu bölümler ana dilde eğitimin de altyapısını oluşturmaya başlamıştı. Belki yavaş yavaş ana dilde eğitime dönebilecekti.”

“DEV SİLAHLARLA BASAR GİBİ GİRDİLER TİYATROYA”

Berfin Emektar, kayyumların geldiğinde ilk iş, kültür sanat kurumlarını kapattığını hatırlatıyor: “Şehir Tiyatrosu da kapatıldı. 33 tane sözleşmeli sanatçının işine son verildi. Şehir Tiyatrosu’nu resmen kapatmadılar, ama içini boşaltarak kapatmış oldular. Bir süre orada işler yapmaya çalıştılar, ama Kürtçe bir şey yapmadılar. Bizim önceliğimiz Kürtçe tiyatro yapmaktı. AKP ve kayyum politikası önce tiyatro ve çocuk kurumlarını kapattı, hepsini Türkçeleştirdiler.”

Yavuz Akkuzu, AKP’nin atadığı kayyumun tiyatroya ilk gelişini şu sözlerle anlatıyor: “Silahlı korumalarıyla, ama dev silahlı korumalarıyla içeri girdi. Sanki basar gibi girdiler tiyatroya. Siyaseten de tasvip etmediğimiz ve yaptıkları hareketi de tasvip etmediğimiz için hiç selam bile vermedik. Bu nedenden tiyatroyu kapattığını söylemiş, bize böyle aktarıldı. Orada anladık ki, mesele bitmiş ve hemen şubat ayında mekanımızı kiraladık. Depremde yıkılan Galeria’da Diyarbakır Sanat Merkezi vardı, Osman Kavala’nın kurduğu, başka yere geçmişti. Kavala’nın bıraktığı güzel bir şey oldu, kurtarıcı mekan oldu, kısmi restore ile hemen oraya geçtik 2017’nin Şubat ayında.”

Berfin Emektar, Diyarbakır Şehir Tiyatrosu iken de birçok şehir tiyatrosunun aksine alternatif bir kurum gibi çalıştıklarına dikkat çekiyor, daha katılımcı ve alternatif tiyatroyu destekleyen bir yerde durduklarını vurguluyor. Yavuz Akkuzu da, Diyarbakır’da 1 milyon insanın yaşadığını, ama Irak Kürdistan bölgesine de gittiklerini, İran’daki festivallerde de yer aldıklarını, Avrupa’daki Kürtlere de oynadıklarını, İstanbul, İzmir, Ankara’ya da turne yaptıklarını hatırlatıyor ve ekliyor. “Hem tüm Kürt coğrafyasına, hem Avrupa’ya, hem de Türkiye’de Kürtlere ulaşan bir tiyatro. 300-500 tiyatro olursa herkes kendi yolunu seçebilir; deneysel yapmak isteyen olur, orta oyunu yapmak isteyen olur, geleneksel Kürt tiyatrosu yapmak isteyen olur. Herkes yolunu bulabilir. Ama biz Şehir Tiyatrosu olarak seyircimize tiyatronun nasıl bir şey olduğunu göstermek zorundayız diye düşündük.”

Berfin Emektar da, ilk dönemler tiyatronun sahiplenilmesi için Kürtçe olmasının bile yettiğini söylüyor. Ancak zaman içinde kendi tiyatro seyircisini oluşturmuş Amed Şehir Tiyatrosu. “Kürdî bir dramaturji”den söz ediyor Yavuz Akkuzu; “Hamlet bir Danimarka prensi gibi sahneye çıkmamalı. Hamlet’i Kürt coğrafyasında bir Mir gibi düşünerek seyirciyle buluşturduk. Hikaye anlatıcılığını kullandık, dengbejleri kullandık” diyor. Berfin Emektar da, Hamlet’i izleyen seyircinin aslında “asi bir Diyarbakır Qırık’ı” gördüğünü söylüyor. Lorca’nın Kanlı Düğünü’nü de benzer bir formda sahneye taşımışlar ve hikayelerin benzerliğine dikkat çekmeyi ihmal etmiyorlar.

Berfin Emektar, sözü Devlet Tiyatrosu’ndaki sahneleniş biçimlerindeki “yabancı” hale, “sahneye çıkmış ahkam kesen oyuncular”a dikkat çekiyor: “Neresinden konuştuğu belli olmayan bir ton, müthiş bir mesafe var. Bir soğukluk var. Amed Şehir Tiyatrosu olarak biz bir sürü formla, birçok alternatif yönetmenle çalışmamızın getirdiği avantajla yaklaştık. Bizim seyirci ile aramızda sıcak bir ilişki var. Seyircilerde de ciddi bir sahiplenme var. Bu şekilde kapatıldıktan 20 gün sonra belediyenin 200 metre ötesinde Amed Şehir Tiyatrosu’nu kurduk.”

Yavuz Akkuzu da, Devlet Tiyatrosu seyircisinin ciddi biçimde azalırken, Şehir Tiyatrosu’nun artışa geçtiğini gösteren araştırmalar olduğunu hatırlatıyor. Bunu Kürtçe oyun sahnelemelerine bağlıyor. Hem Türkçe hem Kürtçe oyun sahnelerken de Türkçe oyunlar 10-13 kez sahnelenirken, Kürtçe oyunlarda 100 küsürlere ulaşıldığını anlatıyor.

“SONUÇTA BU HALKIN ÇOCUKLARIYIZ”

Berfin Emektar, “Türkiye’de tiyatroya ilginin çok azaldığı bir dönemde Kürt tiyatrosunun Diyarbakır’da 4 bin kişiyle prömiyer yaptığını” belirterek, seyircinin sahiplenmesinin bu düzeylere eriştiğini vurguluyor. Emektar, bu sahiplenmenin kapatılma döneminde kendini gösterdiğini hatırlatıyor: “DSMyi tuttuk, hemen temizledik, Amed Şehir Tiyatrosu olarak, yani ismimizi de değiştirmeden devam ettik. Çünkü Amed Şehir Tiyatrosu biziz gerçekten, sahibi de biziz.”

Emektar, tiyatronun kapatıldığı dönemin çok zor olduğunu da vurguluyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bütün belediyelere kayyum atanmış, önde gelen siyasetçiler tutuklanmış. Müthiş bir umutsuzluk furyası var. Dernekler, kurumlar kapatılmış. Hani pes etmek de öyle kolay değil, pes edemezsin! Amed Şehir Tiyatrosu yeniden ilk kurulan kurum oldu. Arkamızdan biri sürü kurum yeniden açıldı. Kendi pratiğimizle övündüğümüz böyle bir taraf var.”

Yavuz Akkuzu kendi pratiklerinden söz ederken, Türkiye’nin genelindeki tiyatroların yaşadığı sorunlara ve oluşan havaya da değinmeden geçmiyor: “Aslında hep söz var, hep serzeniş var. O bize ayıp geldi. ‘Aman bize zulm ediyorlar’ edebiyatı gibi geldi bana. Tamam zulmediyorlar da, karşılığında siz ne yaptınız?”

Berfin Emektar konuyu “sonuçta biz bu halkın çocuklarıyız” diye bağlıyor ve işin önünü arkasını düşünmeden tiyatroyu yaşatmak için attıkları adımları anlatıyor: “Olanakların sanatçısı olma meselesi… Sanatçıysan sanatçısındır. Bunun olanakla, mekanla, onunla bununla bir alakası yoktur. Başka şansın yok. Bizi işten attı diye evimizde oturmuyoruz.”

Siyasetin kamusal alanları yok etmediği zamanlarda kamyonlarda, sokakta, kamusal alanlarda oyunlar oynayan bir Şehir Tiyatrosu olduklarını ifade eden, bir “turne tiyatrosu” olduklarını vurgulayan Yavuz Akkuzu, bu sayede Devlet Tiyatrosu seyircisinden apayrı bir seyirciye ulaştıklarını dile getiriyor. Berfin Emektar da “Hiçbir şey değiştirmedik” diyerek geleneklerini aynı biçimde yaşattıklarını ifade ediyor: “Her cuma cumartesi perdemizi açtık. Tabii ki biraz küçülmüştük. Olanakların getirdiği bir sürü avantaj vardı. Biz festivallerimizi yapmaya da devam ettik. Çok süper bir ışıkla, çok güzel bir dekorla yapmadık belki, seyircimiz biraz bunaldı, sıkıştı, ama kalite açısından hiçbir şey değişmedi.”

“BATI İLLERİNDE SALON BULAMIYORUZ”

Yavuz Akkuzu, “tiyatro”nun genel dertleri ile ilgili olarak dünyadaki tiyatroların çoğunun devlet destekli olduğunu, Türkiye’de ise desteklerin çok az olduğunu söylüyor. Kendi açısından bu çok bir şey ifade etmiyor aslında, çünkü Kültür Bakanlığı’na hiç başvurmuyor Amed Şehir Tiyatrosu. Kürt tiyatrosu üzerine bir denetim getirmek istemiyorlar. Yavuz Akkuzu, “Kürtçe bir metinle başvurduğumda bir Kürt dramaturg yok ki karşılığı olsun” diyor ama ekliyor: “Siyaset böyle olduğu sürece başvurmayacağız. Ama değişirse tabii ki… Biz de vergi veriyoruz; Amed Şehir Tiyatrosu vergi veriyor, ben vergi veriyorum.”

Berfin Emektar, “seyirci desteği ile kurulmuş bir tiyatro” olduklarını vurguluyor ve yürüttükleri kampanyalar hakkında bilgi veriyor. Avrupa Birliği’nden de bazı projeler için destek almışlar. Sonuçta kendi yağında kavrulan, gelirin oyunculara eşit şekilde dağıldığı, sahibi olmayan bir tiyatro kurumu var etmişler. Ayakta kalmak için de çok fazla turne yapıyorlar, her hafta kendi sahnelerinde oynuyorlar, ayrıca sahnelerini Diyarbakır’da oynamak isteyen topluluklarla paylaşıyorlar. Elbette tüm bunlar da tiyatroyu döndürmeye tam olarak yetmediği için, oyuncular ve teknik çalışanlar büyük bir özveriyle çalışmalarını sürdürüyor.

Bu kadar çok turneye çıkan bir topluluk olunca sık sık devlet ile karşı karşıya da gelebiliyorlar. Mersin’de, Adana’da oyun oynayamadıklarını anlatıyorlar ve CHP’li belediyelere de eleştirilerde bulunuyorlar: “120 defa oynadığımız oyun Mersin’de oynayamıyoruz, Adana’da oynayamıyoruz. Bir kişinin inisiyatifinde, kamu güvenliği denilip oyun yasaklanıyor. İstanbul, İzmir, Ankara’da da salon bulmakta zorlanıyoruz. CHP’li belediyelere başvuruyoruz ama sonuç değişmiyor. Önce tamam deyip, sonra ‘Salon tadilatta, etkinlik var’ gibi mazeretlere başvuruyorlar. Son dönem CHP’li belediyeler, öyle bir kural olmamasına rağmen, valilik izni istiyor. Bunu herkesten istiyor musun? Zannetmiyorum. Kürtçe olunca istiyorsun. Sen bizi oranın önüne atarsan zaten izin vermiyor. Kürtlerin oylarıyla belediye kazanacaksın, o halka Kürtçe tiyatro sunmak zaten senin görevin. Benim sana başvurmam gerekmiyor bunun için, senin hizmet olarak bunu yapman lazım. Bırakın hizmet olarak yapmayı, parasıyla salon kiralamıyorlar.”

“İSTANBUL BÜYÜK GÜÇ, GÜÇLERİNİN FARKINDA DEĞİLLER”

Amed Şehir Tiyatrosu, Tiyatro Kooperatifi bünyesinde yer alıyor; bölgedeki Ahura Tiyatro Kooperatifi’nin kurucularından. Yavuz Akkuzu da Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi’nin yönetim kurulunda yer almış. Akkuzu, pandemi döneminde tiyatro alanında başlayan tartışmaları verimli ve önemli buluyor: “Güzel bir zemin yakalandı. Bu örgütlenmelerin hemen bir araya gelip, bir üst kuruluş, güçlü bir sivil toplum kuruluşu oluşturması gerekiyor. Bütün o popülerlerin de içinde yer alacağı… Popülerler maalesef siyasetten çok ödün veriyorlar; dizilerde, filmlerde yer almak için. Ama tiyatronun haklarından dolayı bu çatının altında yer alabilirler. Bunda politik bir şey de yok, hapse falan girmeyecekler yani.  Böyle bir çatı altında birleşirsek, orada haklarımızı savunabilirsek, tiyatrocuların tacir sayılmamasını, devlet desteğinin yükseltilmesini talep edebiliriz. Çocuk tiyatrolarını konuşmak için, mesela Kürt tiyatrosunun Kültür Bakanlığı’ndan desteklenmemesi meselesini konuşmak için böyle bir örgüte ihtiyaç var.”

Yavuz Akkuzu, gerekirse diziler, sinemalar ve filmlerin protesto edilmesini öneriyor ve böyle geçirilecek 3-5 ay sonunda hakların alınabileceğini düşünüyor: “Çok basit ama kendimizden bir gün bile ödün vermiyoruz. ‘Mekanım kapanır, dizi alamam, reklam alamam…’ Gerçekten İstanbul tiyatro anlamında çok ciddi bir güç. Bunun farkında değiller.”

YEREL YÖNETİMLER ÖZEL TİYATROLARI DESTEKLEMELİ

Berfin Emektar da, tiyatroda hala çok idealist bir jenerasyon olduğunu, hala mücadeleci bir jenerasyon bulunduğunu düşünüyor ama bunun sonsuz olmadığını hatırlatıyor: “Mutlaka kamusal olarak tiyatronun desteklenmesi gerek. Yerel yönetimler desteklemeli, Kültür Bakanlığı desteklemeli. Biz Şehir Tiyatro geleneğinden gelmemize rağmen, dışarıdan kurulan özel tiyatroları desteklemesi gerektiğini düşünüyoruz. Kendi belediye pratiğimizde de bunu çok tartıştık. Yerel yönetimler özel tiyatroları desteklemeli ve biz de onlardan birisi olmalıyız.”

Yavuz Akkuzu, 2 kez kapatılmış bir ödenekli tiyatroda çalıştığının farkında, “İşte kapatıldık, ne yapacağız?” diye soruyor. Akkuzu, kendi deneyimlerinden kalkarak şu vurguları yapıyor: “1999-2016, yani 17 yıl boyunca 5 tane özel tiyatro desteklenseydi, Şehir Tiyatrosu yerine ne olurdu? Belki şu an 140 kişilik değil, 300-400 kişilik salonumuz olurdu, daha büyük kulislerimiz, dekor alanımız, daha çok oyuncumuzun olduğu bir güce erişirdik.”

Berfin Emektar, Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’nun özerk bir yapı olduğunu ama desteğin sadece “bir gruba aktarılması”nın haksızlık olduğunu söylüyor. Ayrılan bütçenin farklı sanat kurumlarına bölüştürülmesi gerektiğini ifade ederek, “Eşit, adil paylaşılması şart. Dışarıdan destekleme bence daha faydalı. Kendi pratiğimiz açısından konuştuğumuzda, mağdur edilen insanlar var, onların hakları ayrı başlık, ama kesinlikle yerel yönetimler tiyatroları dışarıdan desteklemeli, belediyeler iş satın almalı. Halk belediyeciliği yapan bütün partiler için söylüyorum, o kentin bağımsız kültür s anat alanlarını desteklemeliler. İstanbul Şehir Tiyatrosu bütçesi korkunç rakamlara ulaşıyor. Bu bütçeyi sadece bir topluluğa harcamak akıl alır gibi değil. İstanbul’daki bütün tiyatroları besleyecek bir bütçe var orada aslında” diyor.

Yavuz Akkuzu da, Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’nun haksız yere işten atılan çalışanlarının haklarını ayrı tutarak, Diyarbakır’da da benzer bir süreç işlemesi gerektiği fikrinde: “Ben şehir tiyatrolarının, devlet tiyatrolarının, hepsinin birden kapatılması gerektiğine inanıyorum. O bütçelerle özel tiyatroların desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Devletin siyaseti değiştiğinde benim oyun biçimim değişiyorsa, devlet tiyatrosu için söylüyorum, yaklaşımım, estetiğim de değişiyorsa, burada bir sorun yok mu? Türkiyede siyasetin yaklaşımının sorunlu olduğunu düşünüyorum, onun için devlete bağlı olmak çok tehlikeli bu dönemde, estetiğin değişiyor!”

Berfin Emektar da Diyarbakır’da son 8 yılda bir sürü bağımsız oluşum ortaya çıktığını belirterek, bunların desteklenmesinin önemine dikkat çekiyor: “Tiyatrolar açıldı, bağımsız sergi alanları açıldı, kültür merkezleri açıldı, müzik okulları, çocuk dernekleri açıldı. Bu dinamiği desteklemekten söz ediyorum. Pekala destekleyebiliriz, büyütebiliriz. Alanlar açabiliriz, mekanlar açabiliriz.”

* “Türkiye’de Kamusal Tiyatro Deneyimleri ve Olanakları” projesi bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı tarafından finanse edilmektedir.

 

Mustafa Kara

Sosyal Medya Hesaplarımız

İçeriklerimize e-posta ile abone olabilirsiniz

Bu bloga abone olmak ve e-posta ile bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.

Diğer 2.246 aboneye katılın

Sosyal Kafa 6. Sezon Tanıtım